GS Grand Seiko

Spring Drive ile ‘Kar Tanesi’ kadranı bir araya gelişi.

9R Spring Drive makineye sahip ilk Grand Seiko 2004 yılında yaratıldı. Saniye ibresinin akış hareketi, zamanın sürekli, sessiz ve doğal akışını yansıtıyordu. Dişli takımından tulumbaya, makine parçalarının dizilimi, Shinshu Saat Stüdyosu'ndan görülen el değmemiş Jonen dağlarını ve arkasından görünen Hotaka sıradağlarını hissettiriyordu. Bu nedenle tasarım ekibinin kendilerine bu basit soruyu sormaları gerekiyordu: Grand Seiko Spring Drive'ın kadranı, stüdyoyu çevreleyen dağların güzelliğini yansıtabilir miydi?

Kadran stüdyosunun zanaatkarları ve takım lideri Tomohiro Shiraki (solda).

Böylece 2004 yılında, Shinshu Saat Stüdyosu'nun kadran atölyesine zorlu bir görev verildi: Tıpkı kalibrenin yansıttığı gibi, Spring Drive'ın doğum yerinin güzelliğini ve Grand Seiko'nun zamanın doğasına duyduğu saygıyı yansıtan bir kadran yaratmak. Çözüm camdan dışarı bakıldığında açıkça kendini gösteriyordu. Zanaatkarlar, her gün gördükleri dağların inişli çıkışlı yüzeylerini taşıyacak ve yılın altı ayı boyunca bu yüzeyleri kaplayan karları yansıtması için bembeyaz renkte olacak bir kadran tasarlamaya karar verdi. Bir prototip üzerinde çalışmaya başladılar, ancak bir yandan da bu pürüzlü yüzeyin üzerine beyaz rengi uyulamanın kolay olmayacağının farkındalardı. Gerçekten de zorlu bir görevdi.

'Kar Tanesi' kadranın doğmasını sağlayan 1971 tarihli 56GS modeli ve arşivlerde bulunan örnek kadran.

Neyse ki stüdyoda eksiksiz kayıtlar ve geçmişteki denemelerden kalma pek çok kadran örneği bulunuyordu. Bunların arasında yaratılmaya çalışılana benzeyen pürüzlü, girintili çıkıntılı yüzeylere sahip olanlar da vardı, ancak bu biçimin üzerine bir de yeni tutmuş kar deseni eklenip eklenemeyeceği kesin değildi. Atölye liderinin dikkatini, 1971 yılından kalma bir kadran özellikle çekmişti. O sırada bu kadranı taşıyan saatin hangisi olduğu bilinmiyordu, ve kadran yaratıldığı dönem dolayısıyla oldukça küçüktü, ama yine de doğru dokuya ve dağların görüntüsüne sahipti. Bunu temel alarak çalışmaya koyuldular. İlk olarak daha büyük bir kalıp oluşturulmalıydı. El aletleri kullanılarak bir bakır elektrot üretildi. Ardından bu elektrot bir çeliş alaşımından üretilen kalıba aktarılarak baskı kalıbı oluşturuldu. Son olarak da pirinç bir levha 200 tonluk basınçla biçimlendirilerek kadranın temeli oluşturuldu.

Şu ana kadar her şey iyi gitmişti, ancak asıl zorluk şimdi başlıyordu. Bu tabanı kar beyazlığına nasıl getireceklerdi? Boyamak bir çözüm değildi, boya pürüzlü yüzeyin boşluklarını doldurarak dokuyu değiştirirdi. Boyanın miktarını azaltmak ise saf beyaz görüntüyü bozardı. Uzun bir deneme yaılma sürecinin ardından takım, gümüş kaplama yöntemini denemeye karar verdi. Gümüş, tüm diğer metallere kıyasla en yüksek ışık yansıtma oranına sahip olduğundan ve kaplama da tamamen gümüşten olduğundan dokulu bir yüzeyin üzerinde bile yeni yğmış karlar kadar beyaz olabileceği düşünülüyordu. Farklı kaplama çözeltileri, elektrik akımı düzeyleri ve kaplama süreleri deneyen takım, dokuyu bozmayacak, saf beyaz görünüm oluşturacak ideal kaplama kalınlığını bir mikronluk hata oranı düzeyinde bulmaya çalıştı. Denemelerinin sonucunda tatmin edici bir prototip yarattılar. Bu, belki de üretiminde beyaz boya kullanılmayan ilk saf beyaz kadrandı. Diğer denemelere kıyasla takımı daha mutlu eden bir özelliği vardı: Pürüzlü yüzey dolayısıyla yüzeyin toplam alanı düz bir kadrandan fazlaydı, böylece çok daha fazla ışık alıp yansıtabiliyordu. Kadran, bu özelliğiyle beyazdan da beyz görünüyordu ve Grand Seiko stilinde ayrılmaz bir yeri olan "kalitenin ışıltısını" taşıyordu.